Tahrip Edilmiş Mülkiyet Notlarını ve Mühürleri Keşfetmek: On Sekizinci Yüzyıl Güç İlişkilerini Ayasofya Kütüphanesi Üzerinden Çözümlemek
NİMET İPEK
Temellük kayıtları ve mühürler, kurumları ve okuma kültürünü ortaya çıkarmadaki rolleri nedeniyle literatürde kapsamlı bir şekilde tartışılmıştır. Bu sunum, özellikle on sekizinci yüzyılda yazmalar üzerindeki mühür ve mülkiyet kaydı silme uygulamalarını inceleyerek, yok edilen sahiplik kayıtlarının tarihyazımsal sonuçlarına odaklanmaktadır. Çalışma, bu uygulamaların elit içi siyasetin dinamiklerini açığa çıkardığını ve saray ile elitler arasındaki ilişkiyi aydınlattığını iddia etmektedir. Bu çerçevede, 1740 yılında I. Mahmud tarafından kurulan Ayasofya Kütüphanesi'nin tahrip edilen temellük kayıtları ve mühürleri inceleme altına alınmaktadır. I. Mahmud tarafından kurulan bu kütüphane, bir sergileme alanı sunarken, aynı zamanda hediye verme sürecinde elit katılımının merkez üssü olarak da işlev görüyordu. Bu kütüphanede bulunan yazmaların silinmiş temellük kayıtlarının ve mühürlerinin incelenmesi, merkezdeki güç ilişkilerine ışık tutabilir. Bu sunum, Ayasofya Kütüphanesi'ndeki Hacı Beşir Ağa ve Tiryaki Mehmed Paşa'nın tahrip edilmiş mühürleri ve mülkiyet notlarından kaynaklanan karmaşıklıkları inceleyerek koleksiyonlarının potansiyel varış noktalarının araştırmaktadır. Bunu yaparken, tahrip edilen kayıtların, o dönemdeki bireylerin koleksiyonları ve akıbetleri hakkında neler ortaya çıkarabileceğine dair önemli soruları da gündeme getirir. Ayasofya Kütüphanesi'ndeki mülkiyet kayıtları ve mühürlerin silinmesini analiz eden bu çalışma, on sekizinci yüzyılda güç dinamikleri, elit etkileşimleri ve yazma mülkiyetinin ve koleksiyon sahibi olmanın inceliklerine dair tarihsel bağlam hakkında yeni bir bakış açısı sunar. Bulgular, bu dönemin kültürel ve siyasi manzarasının daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır.
‘’Kitabları Bir Akçelik İtmeyesiz:’’
Osmanlı Hikâye Kitapları Üzerindeki Kuyûdatta Tahrif ve Sansür Uygulamaları
ELİF SEZER AYDINLI
18. ve 19. yüzyıl İstanbul’unda Hamzanâme, Anternâme, Ebûmüslimnâme gibi popüler dini-kahramanlık hikayelerini severek okuyan ve dinleyen geniş bir okur cemiyeti vardı. Ciltler halindeki bu hikayeler çoğunlukla bir sahaftan ödünç alınarak bireysel okuma ortamında ya da ekseriyetle kahvehaneler, dükkanlar, devlet odaları, okullar gibi kamusal mekanlarda ve hanelerde toplu olarak kıraat ediliyor; yeniçeriler, zanaatkarlar, memurlar, öğrenciler, bekarlar, saray çalışanları, hamal ve kayıkçılar gibi Osmanlı toplumunun çok farklı kesimleri tarafından dinleniyordu. Yaklaşık iki buçuk yüzyıl boyunca elden ele, mahalleden mahalleye dolaşan bu hikâye elyazmalarından bugün elimize ulaşanlar fazlasıyla eklektik ve yıpranmış bir görüntü sergilemektedir. Okur ve dinleyicilerin fiziksel kitapla kurdukları interaktif ilişki, kıraat notlarında, karalama ya da profesyonel çizim düzeyindeki resimlerde, okurlar tarafından metin üzerinde yapılan ekleme ve çıkarmalarla kendini göstermektedir. Bu interaktiflik bazen metnin ve yazma eserin tahrif edilmesine yol açmış ve bazı müstensihler kitapların kenarlarına not yazılmaması, imla çalışılmaması veya sayfaların koparılmaması konularında uyarmışlardır. Bu çalışmada okurların metin ve kitap üzerindeki müdahaleleri özellikle sansür bağlamında değerlendirilecek ve üstü karalanmış, silinmiş, bantlanmış yazılı ve görsel notların arkasında ahlaki, siyasi, dini hassasiyetlerin etkin olup olmadığı tartışılacaktır. Kahramanlara ait çizimlerin yüzlerinin silinmesi, argo ve küfür içeren notların karalanması, yeniçerilere veya kadınlara ait notların çizilmesi, ya da çok çok not barındıran sayfa kenarlarının bantlanması otoriteler tarafından olmasa da okurlar tarafından bir çeşit oto-sansür uygulandığını düşündürmektedir. Bu oto-sansür uygulamaları üzerinden Osmanlı toplumsal kodları, dini-ahlaki değerleri, bireylerin duygu dünyaları ve okuma-yazma pratikleriyle ilgili çeşitli çıkarımların yapılabileceği iddia edilecektir.
Post-Mortem Kültürel İktidar yahut Ölümden Öte Prestij: Bir Temellük Kaydının Düşündürdükleri
ALPASLAN FENER
Bir kitap medeniyeti olan İslam medeniyetinde kitapların, önemi ve cazibesi nedeniyle, çeşitli nedenlerden ötürü zaman zaman taklit ve tahrif edildiği bilinmektedir. Bu çerçevede muhtelif amaçlar gözetilerek baştan sona bir eser yazılabilmekte ya da kitabın sonunda bir ithaf uydurulabilmektedir. Burada amaç ise kitabın ekonomik değerini arttırmak yahut otantikliğini kanıtlamak olabilir. Bu çalışmada bahsedilen bağlamda, ünlü Timurlu tarihçisi Mîrhând’ın Ravzatu’s-Safâ adlı eserinin Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde 3173 demirbaş numarasıyla kayıtlı nüshasında yer alan sahte temellük kaydı üzerinde durulacaktır. Nüsha bu kayda göre Sultân-Hüseyin Baykara’ya ait gibi gösterilmek istenmiştir. Fakat Sultân-Hüseyin Baykara nüshanın yazılmaya başlandığı tarihten 19 yıl önce vefat etmiştir. Bu çerçevede evvela eser tanıtılacak ve Baykara ile ilgisi kurulacaktır. Böylece nüshanın neden Baykara’ya ait gibi gösterildiği daha iyi anlaşılacaktır. Ardından adı geçen nüsha hakkında bilgi verilecek ve temellük kaydının sahteliği tartışılacaktır. Nihayet bu sahte kayıt vasıtasıyla neyin amaçlandığına, dahası İslam toplumlarında himâye üzerinden sağlanan kültürel iktidarın ve prestijin, algıları şekillendirerek kültürel belleği ve kolektif hafızayı nasıl etkilediğine, insanların sahte olduğunu bildikleri ya da bunu kolayca tespit edebilecekleri halde sırf ünlü bir kültür ve sanat hâmisine atfedilen bu kaydı kabul etmelerindeki bilişsel önyargılara ve sosyal etkiye değinilecektir.