Bir Yazmanın Kenar Uzunluğu: Veliyyüddin Cârullah Efendi’nin Derkenar Kelam Notları
FATİH İBİŞ
Tebliğin çalışma konusu iyi bir kitap koleksiyoneri olarak bilinen Veliyyüddîn Cârullah Efendi’nin (ö. 1151/1738) şahsî kütüphanesindeki bir Şerhu’l-Makâsıd nüshasıdır. Süleymaniye kütüphanesinde 1230 numarasıyla kayıtlı bulunan yazmanın zahriyesinde o, bu nüshanın Hocazâde’nin kendi el yazma nüshası olduğunu ifade eder. Öyle ki nüshanın en başından bir varak, mebâdi bölümünün sonundan ve umûr-ı âmme bölümünün başından da otuz sekiz varağın düştüğünü ve onları da kendi hattıyla tamamladığını belirtir. Nüsha içinde sayfa kenarlarına kendi hattıyla pek çok not mevcuttur. Muhtemelen Şerhu’l-Makâsıd üzerine yazdığı hâşiye de bu notların bir araya getirilmesinden ibarettir. Ancak bu nüshayı 1172 numaralı hâşiyeden farklı kılan en önemli şey Cârullah Efendi’nin hâşiyede mahiyet bölümünü dahi bitiremeden noktaladığı açıklamaların bu nüshada sonuna kadar devam ediyor olmasıdır. Veliyyüddin Cârullah Efendi’nin sayfa kenarlarına kelam, felsefe, tasavvuf başta olmak üzere yine lügat, mantık, tefsir, hadis, usûl, fıkıh, siyer, tarih gibi pek çok alana ilişkin kaynak eserlerden notlar düştüğünü görüyoruz. İyi bir kitap koleksiyoneri olmasının burada büyük rol oynadığı inkâr edilemez. Nüshada açıklamaların felsefe, kelam ve tasavvuftan pek çok temel yapıta, üstelik her biri birer başyapıt değerinde kaynak esere müracaatla yapılmış olması nüshayı oldukça eşsiz kılmaktadır. Görebildiğim kadarıyla Şerhu’l-Makâsıd üzerine yazılan şerh, haşiye ve talik literatürü arasında bile sanıyorum bu denli yan okumalarla ve açıklamalarla desteklenmiş, kuşatıcı ve derin bir esere rastlamak mümkün değildir. Bu da bize şunu göstermektedir ki derkenar notlarından müteşekkil bir yazma nüsha, literatürde eşine rastlanmayacak türden bir şerhe dönüşmekte ve o eser üzerine yazılan şerhleri ve hâşiyeleri gölgede bırakmaktadır. Nüsha Cârullah Efendi’nin notlarıyla adeta literatürün seçkin bir şerhine dönüşmektedir. Öyle ki yazar yeri geldiğinde şerhin ötesine geçerek müellifin görüşlerini cerh etmekten bile geri durmamaktadır. Tebliğde tutulan kayıtlardan özellikle düşünce ve bilim tarihini ilgilendiren bazı örnekler seçilerek “kuyûdât” meselesinin önemine dikkat çekilecektir.
Bağdatlı Ebü’l-Berekât Kırım’da: el-Kitâbü’l-mu’teber’in Esad Efendi 1931 Numaralı Nüshasındaki Kayıtlar Üzerine İncelemeler
TUNA TUNAGÖZ
Bu çalışmada filozof Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin (ö. 547/1152) başeseri el-Kitâbü’l-mu’teber’in Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi Esad Efendi Koleksiyonu 1931 numaralı nüshası incelenmiştir. Zahriyesinde ve mantık, fizik ve metafizik bölümlerinin ardında ayrıntılı kayıtlar barındıran nüsha, İslam felsefe tarihi, felsefe-ilahiyat ilişkisi, Altınorda Devleti’nin coğrafyası, ilim merkezleri ve politikası açısından dikkate değer veriler sunmaktadır. Mu’teber’in eldeki tam, en eski ikinci metni olan nüshanın sahibi, Alâeddin Muhammed b. Zahîrüddin el-Kârî el-Ebîverdî’dir. Ebîverdî hakkında yeterli malumat yoktur. Nisbesinden Horasan bölgesinde (bugünkü İran’ın Afganistan sınırında) yer alan Ebîverd kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, onun Abdülgaffâr el-Kazvînî’nin (ö. 665/1266) Şâfiî fıkhına yönelik eseri el-Hâvî üzerine Alâeddin el-Konevî (ö. 729/1329) tarafından yazılan Şerhu’l-Hâvî’yi, Cemâziyelevvel 734’te (Şubat 1334) Bağdat’taki Mustansıriyye Medresesi’nde istinsah etmesinden hareketle, Şâfiî ve dolayısıyla Eş‘arî olduğu, Bağdat’ta tahsil yaptığı, literatürü yakından takip eden, ayrıca dinî ve aklî ilimleri mezceden bir ilim adamı olduğu tahmininde bulunmak mümkündür. Nüsha onun isteğiyle, o devirde Altınorda Devleti’nin bir şehri, daha önce Hârizmşahlar Devleti’nin başkenti olan Köhne Ürgenç’te (Cürcâniyye), Şevval-Zilhicce 742 (Mart-Mayıs 1342) tarihleri arasında Turabeg Hatun (Hâtûniyye) Hankâh’ında istinsah edilmiştir. Muhtemelen sûfî olan bu müstensihe yönelik bilgi yoktur. Bu istinsahın profesyonel bir faaliyet olması kuvvetle muhtemelse de, 8./14. yüzyılın ortalarında bir hankâhta felsefe eserinin istinsah edilmiş olması dikkate değer bir durumdur ve nüshada eski Yahudi-yeni Müslüman Bağdâdî için hiç duyulmamış övgüler bulunmaktadır: Radıyyü’d-Dîn, İzzü’l-İslâm. Nüshanın mukabelesi Ebîverdî tarafından yolculuk esnasında yapılmıştır (Zilhicce 743-Cemâziyelevvel 744/Mayıs-Ekim 1343). Bu yolculuk bir görev için heyet halinde gerçekleşmiştir; fakat görevin içeriği belirtilmemiştir. Yolculuğun karar noktası devrin hükümdarı Canıbeg Han’ın karargâhı olduğuna göre, bunu Han’ın ilim politikasıyla ilişkilendirmek mümkündür. Ebîverdî, istinsahtan bir yıl sonra, önce Hazar Denizi’nin kuzeyindeki Saraycık’a gelmiş (yolculuğun ilk durağını belirtmemiştir); buradan yeni başkent Yenisaray’a (bu şehirden bahseden en eski kayıtlardan biridir) geçmiş, sonrasında Üç Kargu ve Azak üzerinden giderek Karargâh’ın bulunduğu Eski Kırım şehrinde yolculuğu tamamlamıştır.
Osmanlı’da Nazarî Tasavvuf Literatürünün Dolaşımına Bir Bakış: Miftâhu’l-Gayb ve İlk Şerhlerinin Yazma Nüshaları ve Kuyûdâtı
MEHMET EMİN GÜLEÇYÜZ
Nazarî tasavvuf varlık ve bilgi meselelerine yaklaşımıyla özellikle 6./12. yüzyıldan itibaren kelâm ve meşşâî felsefeye paralel bir gelenek olarak öne çıkmıştır. Bu süreçteki kilit isim kuşkusuz Miftâhu’l-Gayb eseriyle Sadreddîn Konevî’dir (ö. 673/1274). Konevî Miftâhu’l-Gayb’da İbnü’l-‘Arabî’nin (ö. 638/1240) varlık ve bilgi düşüncesini nazarî bir metafizik disiplini formunda sunmuş ve kendisinden sonra nazarî tasavvuf geleneğinin başlıca rotalarından birisini çizmiştir. Mifâhu’l-Gayb 13. yüzyıla tekabül eden erken dönemden itibaren Osmanlı düşünürlerinin de ilgisine mazhar olmuş, çok sayıda yazma nüshası üretilmiş ve üzerine şerhler kaleme alınmıştır. Bu tebliğimde Miftahu’l-Gayb’ın ve birbiriyle ilişkili iki şerhinin Osmanlı dünyasındaki dolaşımını ve alımlanışını yazma nüshalar ve üzerlerindeki kuyûdât ışığında inceliyorum. Bu şerhlerin ilki Molla Fenârî’nin (ö. 834/1431) Misbâhu’l-Üns’ü, diğer’ ise Fenârî’nin şerhinin daha kolay anlaşılır hâle gelmesi için Fatih Sultan Mehmed’in talebiyle Kutbuddinzâde İznikî (ö. 885/1480) tarafından yazılan Fethu Miftâhi’l-Gayb’dır. Tebliğde yapacağım çıkarımlar ve ortaya koyacağım sonuçlar adı geçen üç eserin 60’tan fazla yazma nüshasından yola çıkacaktır. Tebliğde yazma nüshaların genel vasıfları ve istinsah bilgileri yanında özellikle taşıdıkları kuyûdâtı dikkate alarak Osmanlı’da formel medrese müfredatının dışında kalan nazarî tasavvuf disiplini ve literatürünün hangi aktörler ve kanallar aracılığıyla yayılmış ve aktarılmış olabileceğini tartışacağım. Bu meyanda ulemanın bu yazmalar ve kuyûdâttaki şerh ve temellük kayıtları benzeri izlerini özellikle takip edecek, ilmiye içi ve ilmiye dışı aktörlerin bu süreçteki muhtemel rolüne değineceğim. Ayrıca Miftâhu’l-Gayb metniyle onu âdeta Osmanlılaştıran iki erken şerhinin ilişkisini yine kitap istinsahı ve dolaşımı olgusu etrafında inceleyeceğim. Bu çalışmada yazma nüshaların istinsah ve dolaşımlarına dair kuyûdât ve bilgiler çeşitli grafiklerle görselleştirilecektir.