Bir Osmanlı Aliminin Kenar Notlarında Saklı Apokaliptik Dünyası: Filyozi ve Mecmuası
EYÜP ÖZTÜRK
Tebliğimiz, bir mecmuanın kenarlarındaki kayıtların hem bir dönemin ruhunu anlamada hem de dönemin ulemasından birisinin bilinmeyen zihin dünyasına nüfuz edebilmede nasıl önemli bir araç işlevi görebileceği hususlarına odaklanacaktır. Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmut Efendi koleksiyonu 594 numarada kayıtlı mecmua, kıyamet ahvali ile ilgili Osmanlı dünyasında yaygınlık kazanmış bazı risalelerin bir araya getirilmesi amacıyla Filyozi isminde bir alim tarafından gerçekleştirilmiş bir derlemedir. Bu mecmûada bir araya getirilen risaleler tek başına önemli değildir; çünkü yazma eser kütüphanelerinde çok sayıda başka nüshaları mevcuttur. Mecmuayı önemli kılan temel husus, içerdiği risalelerden ziyade bunların kenarlarına Filyozî tarafından düşülmüş kayıtlardır. Hem nicelik hem de nitelik olarak son derece zengin ve özgün bir içeriğe sahip bu kayıtlar, iki açıdan önem taşımaktadır: ilki kayıtların, Filyozi’nin derlemeyi oluşturduğu dönem olan 19. yüzyılın son çeyreğindeki apokaliptik tansiyonu yansıtan son derece ilginç ve canlı tasvirler sunuyor oluşudur. Öyle ki Filyozi çok kısa bir süre içerisinde kıyamet süreçlerinin başlayacağına inanmakta; bu çerçevede Osmanlı’nın siyasi ömrünün sona ermek üzere olduğuna dair kehanetlere yer vermekte; yakın zamanda Mehdi’nin zuhur edeceğine dair öngörüler ortaya koymakta ve başlayacak kıyamet süreçleri için tarihler öne sürmektedir. Kayıtları önemli kılan ikinci husus ise, Filyozi gibi bir medrese ulemasının zihin dünyasını tanımak açısından da önemli bir imkân sunuyor oluşudur. Zira Filyozi’nin üç eserin müellifi olduğu bilinmektedir; ancak bu eserlerin hiçbirinde onun güçlü bir apokaliptik düşüncelere sahip bir kimse olduğunu düşünmeye imkân tanıyacak bir veri bulunmamaktadır. Bununla birlikte yazma eserlerin kenarlarındaki kayıtlara yansıyan Filyozi, kabul edilebilir ölçüleri zorlayacak derecede apokaliptik bir zihne sahip bir kimse olarak öne çıkmaktadır. Üstelik söz konusu kayıtlar dışında onun böyle düşüncelere sahip olduğunu ortaya koyan başka bir tarihsel kanıtlar da bulunmamaktadır.
Müstensihin İstinsah Sürecindeki Yaratıcı Faaliyetine Bir Örnek: Hayatizade Mustafa
Feyzi Efendi’nin er-Resâil-i Müşfiye li’l-Emrâzi’l-Müşkile Eserinin İÜ T 7114’de Kayıtlı
Sözlüklü Nüshası
ESRA AKSOY & ELİF AKDİN ÖNDER
Kütüphanelerin çoğaldığı, istinsah faaliyetlerinin arttığı, mecmuaların yaygınlaştığı, bilgi dolaşımının belirgin şekilde hareketlilik kazandığı on yedinci yüzyılda kaleme alınan yazmaların metin-dışı unsurlarının dahi döneme ilişkin bilgi dolaşımının izini sürmek adına birçok ipucu sağladığı artık yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Haricî kayıtlarda yer alan bilgi dolaşımına dair ipuçlarının tıp metinlerinde kendilerini nasıl gösterdiği ve ne şekilde yorumlanmaları gerektiği ise araştırılmayı bekleyen bir konudur. Bir on yedinci yüzyıl Osmanlı hekimbaşısı olan Hayatizade Mustafa Feyzi Efendi’nin (ö.1692) her biri ayrı bir hastalığı konu edinen beş farklı risaleden oluşan er-Resâilü’l-müşfiyye li’l-emrâzi’l-müşkile adlı eseri Osmanlı döneminde en çok istinsah edilen önemli tıp kitaplarından biridir. Eserin IRCICA tarafından hazırlanan Osmanlı Tıbbi Bilimler Literatürü Tarihi kitabında doksana yakın nüshası listelenmiştir. Bunlar arasından İÜ T 7114 künyesiyle kayıtlı nüshanın, derkenarlarındaki harici kayıtlar itibarıyla ilginç bir örneklik teşkil ettiği belirlenmiştir. Söz konusu nüshada müstensih, istinsah ettiği orijinal metinde yer alan Arapça ve Farsça kelimelerin, anatomiye, tedavi yöntemlerine ve bitki isimlerine dair terimlerin ve kendi dönemi için arkaik kalan bazı Türkçe sözcüklerin açıklamalarını metnin haricine kaydetmiştir. Açıklamaya ihtiyaç duyduğunu düşündüğü bu kelime ve kelime gruplarını kırmızı mürekkeple imlemiş ve günümüzdeki dipnot sistemine benzer bir şekilde numaralandırmıştır, açıklama notlarını ise yine muadil numaralarla işaretleyerek derkenarlara işlemiştir. Müstensihin istinsah sürecinde kendine has bir yöntem benimseyerek içeriğin erek okuyucu tarafından daha iyi anlaşılması adına bu tür bir sözlük çalışması yapması, orijinal metne bilimsel üreticilik açısından sunduğu katkıyı gözler önüne sermektedir. Dahası müstensihin açıklamada bulunmak için tercih ettiği kelimeler, hitap ettiği erek kültürdeki Türkçe okurun hem dil hem tıp bilgisi açısından sahip olduğu profili ortaya koyması itibarıyla dikkat çekicidir. Tüm bunlar istinsah faaliyetinin yaratıcı mahiyeti üzerine yeniden düşünmeyi teşvik eden bulgulardır.
‘Azmī-yi Gedüsī’nin Kitāb-ı Ḥiyelinde Gıyabî Bir İthaf Derkenarının Gizledikleri
FATİH YÜCEL
Bu tebliğde on altıncı yüzyıl Osmanlı şairi ve divan kâtibi ‘Azmī-yi Gedüsī’nin Kitāb-ı Ḥiyelisimli hilelere dair hikâyelerden oluşan eserinin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Hazine no.1279’da kayıtlı elyazmasının 51a varağında bulunan bir derkenar kaydı üzerinde durulacaktır. Derkenar kaydına göre III. Murad’a sunulmak üzere kaleme alınmış bu eser, bir başka nüshasının (British Library Or. 7836) dibace kısmı değiştirilerek devrin vezirlerinden, tıpkı Gedizli ‘Azmī gibi Batı Anadolulu olan Üveys Paşa’ya sunulmuştur. Derkenar kaydının devamında hikâyelerin sıralanışı ve alındıkları yerler hakkında bilgiler de verilmiştir. Buna göre müellif bahsi geçen hikâyeyi Lāmi‘ī Çelebi’nin ‘İbret-nümāsından almıştır. ‘Azmī-yi Gedüsī’nin Kitāb-ı Ḥiyeli üzerine Osman Ünlü tarafından metin neşri ve metnin günümüz Türkçesine çevirisi çalışması; Elife Ateş tarafındansa doktora tezi yapılmış ve her iki araştırmacı bu derkenarın önemine vurgu yaparak bu sayede British Library Or. 7836’da kayıtlı nüshanın sonradan Üveys Paşa’ya sunulmak üzere ithaf kısmı yeniden yazılmış müellif hattı nüsha olduğunun anlaşıldığına dikkat çekmiştir. Tebliğimde bu dört satırlık derkenarın ışığında ‘Azmī-yi Gedüsī’nin ana metninde aktardıklarını incelemek suretiyle özellikle Üveys Paşa’yla ve diğer hâmileriyle ilişkisi, müellifin metnini kurgulama tarzı ve hikâyeleri buna göre sıralayışı üzerinde duracağım. Yine bu derkenar sayesinde Ṣoḳollu Meḥmed Paşa sonrası dönem olarak adlandırılabilecek devrin siyasî güç münasebetlerinin yansımalarını da yorumlayabilmek mümkündür. Tebliğin ikinci kısmında, oldukça ilgi çekici ve özgün bir katkı olarak kaydın yanındaki hikâyeye kaynaklık eden BatıAnadolu coğrafyasında antik çağlara uzanan bir anlatının on altıncı yüzyılın sonunda kaleme alınmış bir Osmanlı elyazmasında nasıl şekil bulduğu ve müellifin ya da vaziyetten haberdar olan TSMK Hazine nüshasını istinsah eden hattatın bu gizemi bir derkenar kaydı sayesinde nasıl tescil ettiği meselesini ele alacağım.